Çok Okuyan mı? Çok Yaşayan mı?

“Çok okuyan mı bilir çok gezen mi?” sorusu ilkokulda münazaraların temel konusunu oluştururdu. Ben bu konuyu biraz değiştirerek ele almak istedim bugünkü yazımda. Bu geniş konuyu iş hayatına indirgeyecek olursak, okul sıralarında öğrendiğimiz, hocalarımızdan dinlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz bizi iş hayatına hazırlayan kuramsal bilgileri çalışmaya başladığımızda ne derece etkin kullanabiliyoruz? İşte bu soru sanıyorum başlığımın kısa bir açıklamasını oluşturmaya yetiyor.

Birçoğumuz aynı şekilde cevap verecektir böyle bir soruya: çok yaşayan, çok gören, çok deneyimleyen daha çok bilir. Okullardan, katıldığım etkinliklerden topladığım belgelere son olarak yüksek lisans diplomamı da eklediğim şu günlerde, bu kağıt parçalarını elde etmek için depoladığım bilgilerin iş hayatında çok da işe yaramadığını fark ettim, çalışmaya başladıktan sonra. Ne yalan söyleyeyim çalıştığım süre boyunca, kitaplarda okumadığım olayları yaşadım ve hepsine de daha önce bilmediğim yöntemlerle karşılık verdim. Bizzat yaşama şansı bulunca da duruma göre davranma fırsatı doğdu bana. Karşıdaki insanın haline, tavrına, duygularına, konuşmasına göre, o anda karar vermek zorunda kalıyor insan, okuduğu kitaplardaki bilgiler hemen gelmiyor aklına. E hal böyle olunca da gelişiyor, öğreniyor insan.

Özellikle sosyal bölümlerden mezun olup, içerisinde insanın yer aldığı işlerde çalışanlar okumaktan ziyade yaşamanın faydasını daha çok görüyordur. Bizim işimiz sayılarla, makinelerle, verilerle değil ki insanlarla. Yeryüzünde milyonlarca insan olduğunu düşünürsek, farklı tipolojilere sahip insanlara nasıl davranmamız gerektiğinin kitaplardan okuyarak öğrenilemeyecek kadar karmaşık bir konu olduğunu söyleyebiliriz. Konuyu biraz daha kısıtlayacak olursak, çalışma hayatında patrona, yöneticiye, çalışma arkadaşına, müşteriye, adaya nasıl davranılması gerektiği kitaplarda genel hatlarıyla yazar. Ancak, teoride zehir gibi olan bu yazılar pratikte nedense sallanır. Çünkü her insan farklıdır ve farklı muameleyi gerektirir. Bu da yaşayarak, yeni insanlar tanıyarak, iletişim kurarak öğrenilir, okuyarak değil. Yani o kadar basit bir konu değildir insan ilişkileri, yaşanılan süre ile doğru orantılı olarak gelişir.

Hani tiyatroda alaylı ve mektepli tabiri vardır ya, iş hayatında da böyle bir söylem olabilir. Okul sıralarında çok başarılı olup iş hayatında dikiş tutturamayanların yanında, işbaşında yaşayarak öğrenen onlarca başarılı iş insanı mevcut diye düşünüyorum. “İş hayatında diploma mı yoksa deneyim mi daha önemli?” konusunun Linkedin’de popüler tartışma konusu olduğu bugünlerde, kesinlikle deneyimin birinci planda olduğunu savunduğum, bu yazımla ortaya çıkmıştır. Mutlaka en azından üniversite mezunu olmak ve İngilizce bilmek gerekli, ama aynı zamanda çalışıyor olmak çok daha önemli. Çünkü en iyi üniversiteden mezun olsanız bile kimse sadece diplomanız var diye üst düzey pozisyonlar teklif etmez size, deneyiminiz, yaşadıklarınız arttıkça daha çok şey öğrenir ve gelişirsiniz.

Sözün kısası, yaşamak gerekir arkadaş. Henüz emeklediğim iş hayatında o kadar çok şey öğreniyorum ki, hepsini okuyarak değil, yaşayarak ;)

Güzel deneyimlerle başarı merdivenlerini tırmandığımız bir hayat dileğiyle,

Bu yazı İK içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

3 Responses to Çok Okuyan mı? Çok Yaşayan mı?

  1. Gökhan Yılmaz dedi ki:

    rica ederim Cansu hanım çorbada tuzum bulunsun istedim…:)

  2. Gökhan Yılmaz dedi ki:

    Cansu hanım ben hem çok okuyan hemde çok gezen biriyim…:)

    Eğitim hayatımız boyunca aldığımız dersler sabit içerikli güncelliğini yitirmiş hele de birde görsel eğitimden yoksunsa mezun olduktan sonra o işin mutfağına gittiğiniz zaman sınıfta kalıyorsunuz..Mesleki kitaplara aşina değiliz daha doğrusu öyle yetiştirildik..Ortaokuldan beri İngilizce görüyoruz fakat dil bilmiyoruz.Tarih gördük ama kendi tarihimiz başta olmak üzere dünya tarihi hakkında bilgi düzeyiniz cılızdır.Sanatla içli dışlı değiliz..Değişen dünya dinamiklerini,mesleklerini,farklı kültürleri tanımada flu bakıyoruz..

    Dil bilmek farklı kültürleri anlama ve tanımada da etkilidir fakat bunuda beceremiyoruz..

    Okulda teorik derslerden başımızı kaldırıpta kirlenmeye,hata yapmaya pişmeye fırsat kalmıyor ki.Gerçi bu fırsatı yaratacak nitelikte kurumsallaşamadık.Yeni mezunların en büyük derdi neden beni işe almıyorlar demeleridir.

    İTÜ İNSAN KAYNAKLARI ZİRVESİ’nde ŞİRKETLER GÖZÜYLE EĞİTİM YETERLİ Mİ? adlı bir panel düzenlenmişti.Panelde katılımcıların ortak noktası üniversitelerin piyasaya istenilen nitelikte insan kaynağı sunamaması yada az sunmasıydı.

    Eğitim kurumlarının sayısının arttırılıp yine niteliği ve kalitesinin aynı oranda düştüğü bir ülkede yukarıda bahsettiğiniz konular ironi bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.

    Saygılarımla

Yorum bırakın