“cansuerdogan.com”‘dayım :)

Selam Sevgili Okuyucularım,

Hayatımda yeni başlangıçlara yer verdiğim şu dönemde, blog sitemi de yenilemiş bulunuyorum.

Bundan sonraki paylaşımlarıma cansuerdogan.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Keyifli okumalar diliyorum :)

Sevgiler..

İK içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Radikal Karar Almak Gerek Bazen

Herkese Merhaba,

Siz de benim gibi, okulların açılmasıyla birlikte yaz sezonunun kapandığını ve tüm hızıyla çalışma sezonuna başladığımızı düşünüyor musunuz bilmiyorum, ama ben bugün kendime bir borç bilerek blog yazmak istedim. Eylül ayının ilk günlerinde yaşadığım bir olaydan esinlenerek, bugün size iş hayatınızda radikal karar almaktan çekinmemeniz gerektiği ile ilgili bir şeyler karalamak istiyorum.

Eğer, işyerine giderken çoğu sabah ayaklarınız geri gidiyor, hiç bitmesin dediğiniz haftasonlarının bir an önce gelmesini istiyorsanız; işe biraz ara vermek, işyerinden kısa süreliğine uzaklaşmak, uzun bir tatile çıkmak yeterli gelmiyorsa belki de gerçekten işten ayrılma zamanınız gelmiş demektir. Bu tatminsizliğe son vermek için düşünmeye başlamalı ve durum değerlendirmesi yapmalısınız; çünkü bu süreçte ani karar vermek, yapacağınız en büyük hata olacaktır.

Söz konusu huzursuzlukları fark etiğiniz anda, kendinize birtakım soruları sormanız gerekiyor. Kaç yıldır bu şirkette çalışıyorum?  Ne kadar süredir bu tatminsizliği hissediyorum? İşimden mi memnun değilim, şirketimden mi? İşimden/şirketimden soğuma sebeplerim neler? Sorun benden mi kaynaklanıyor, yoksa işimden/şirketimden mi? Tatmin olmak için elimden geleni yaptım mı, yapabileceğim başka bir şey var mı, en önemlisi yapmak istiyor muyum? Gibi sorularla kendinizi, işinizi ve şirketinizi değerlendirebilir, önemsediğiniz kişilerin de desteğiyle sonunda radikal bir karar alabilirsiniz.

Kararınızdan eminseniz derhal eyleme geçmelisiniz. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Söz konusu kararı almak gibi eyleme geçmek de kolay olmayabilir, ta ki güler yüzle istifanızı verene kadar.

Eyleme geçmek için “Bundan sonra ne yapacağım?” sorusuna cevap bulmanız gerekiyor. Bunun için öncelikle kendinizi tanımalı, ardından ilgili makaleleri okumalı, iş ve sektör piyasalarını araştırmalı, ailenizden ve benzer tecrübeye sahip kişilerden fikir almalısınız.

İlk adım olan kendini tanıma, hedef belirleme ve hedeflere ulaşma yollarını tespit etme, sizin bundan sonraki kariyer hayatınıza yön verecek en önemli adım olacaktır. Kariyer hedefleriniz ile kişisel zevklerinizi entegre ettiğiniz ölçüde iş hayatında tatmin sağlayabileceğinizi unutmayın ve kendinize soracağınız sorularla kendinizi tanımanın yollarını bulun. Geleceğin başarılı meslekleri, yükselen sektörler, kar eden şirketler hakkında yapacağınız araştırmalar, en iyi bildiğiniz kendinizi nerede mutlu göreceğinize yol gösterir. Yalnız olmadığınızı bilin ve sizin gibi radikal karar alıp kariyerinde harikalar yaratan kişilerin tecrübelerini dinleyin. Yerinde sayarak risk almayanların başarılı olamayacağını da unutmayın. Motive olacağınıza eminim.

Tüm bu aşamalardan sonra, hangi alana yönelirseniz yönelin, ne iş yaparsanız yapın, belki bir süre iş bulamasanız bile pişman olmayacaksınız. Çünkü değişim için harekete geçmek, yeni bir heyecan yaşamak sizi bu devinim içinde enerjik kılacaktır.

İş hayatında uzun zamandır bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorsanız, korkmayın. Olmuyorsa zorlamayın. Değişim zamanı geldi, ihtiyacınız olan bu! Şimdi harekete geçmezseniz, hareketsizliğe alışıp motivasyonunuzu bir daha asla toplayamayabilirsiniz. Unutmayın; yaptıklarınızdan değil, yapmadıklarınızdan pişman olursunuz. Ve sadece idealleri olan insanlar mevcut durumdan tatminsizlik duyarlar.

Konu hakkında yol gösterici bir yazı için aşağıdaki linke tıklamanızı tavsiye ederim.
https://www.linkedin.com/pulse/kariyerinin-ortas%C4%B1nda-olanlara-k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk-notlar-evrim-funda-inkaya-horoz

Ayrıca, hayatınızla ilgili herhangi bir karar almadan önce, fikirlerine değer verdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi olan “Paulo Coelho – Akra’da Bulunan El Yazması” adlı kitabı da mutlaka okumanızı öneririm.

Kariyerinizle ilgili radikal karar almaktan çekinmediğiniz ve değişiminden pişman olmadığınız günler dileğimle,

Sevgiler,

Not: Bayram sonrası bu ilk iş gününde, herkesin geçmiş bayramını kutluyorum.

İK içinde yayınlandı | , , , , ile etiketlendi | 4 Yorum

Zordur Çalışan Kadın Olmak

Herkese Selamlar,

Geçtiğimiz hafta blogunu takip ettiğim Prof. Dr. İsmet Barutçugil “İş Yaşamında Kadın Olmak” isimli bir yazı yayınladı. Bu zengin içerikli yazıdan ilham alarak bir şeyler karalamaya çalışacağım.

Okurlarım hatırlarsınız, hoş bir reklam şarkısı vardı, “Çocuk da yaparım kariyer de”. Söylemesi kolay ve keyifli, uygulaması ise bir hayli meşakkatli; hele de Türkiye’de. Ah ne zordur güzel ülkemde çalışan kadın olmak!

Günümüzün modern yaşamı, eğitim seviyesinin yükselmesi ve hayat şartlarının zorlaşması, kadınların çalışmasını zorunlu hale getirmiştir. Ayrıca günümüzde, bilgi, hizmet, iletişim ve eğitim sektörlerinin ağırlık kazanmasıyla birlikte oluşan yeni mesleklerde kadının rolü önemli ölçüde artmıştır. Kadınların, kişilik özellikleri ve yetkinlikleri sebebiyle bu sektörlerde erkeklere oranla daha başarılı olduğu aşikar. Ancak, sadece kadın olmaktan kaynaklanan bu durum, kadınların gerek iş hayatına girebilmesi gerekse iş hayatında tutunabilmesi konusunda birçok sorunu da beraberinde getirmektedir.

İlk sorun, kadınların fırsat eşitliğine sahip olmamasıdır. Geleneksel toplumlarda, kadının öncelikli rolü olan annelik, eş olma ve ev kadınlığı rolü, kadının kendisini baskı altında hissetmesine sebep olmaktadır. Bu algı sebebiyle, iş hayatında kadınlara negatif cinsiyet ayrımcılığı yapılmaktadır. Günümüzde maalesef birçok şirket işe alım süreçlerinde, evlilik planı olan, çocuk yapmayı planlayan ya da anne olan kadınları tercih etmemektedir. Ya da işten çıkarma kararı alınmış bir şirkette ilk tercih edilenler yine bu kadınlar olmaktadır.

İkinci bir sorun, kadının hissettiği bu baskı sebebiyle iş ve özel yaşam dengesini kurmakta zorlanmasıdır. Duygusal bir yapıya sahip olan kadının iş hayatı dışında, evi, eşi ve ilgi bekleyen çocukları bulunmaktadır. Bu stres, kadını zamanla iş hayatında yıpratmakta ve çoğunlukla iş hayatından çekilmesine sebep olmaktadır. İş hayatından çekilmeyen kadınların ise eşleriyle olan ilişkileri bozulup, evlilikleri son bulabilmektedir.

Bir diğer sorun, yüksek egoya sahip erkeklerin, kadınların kariyer basamaklarını tırmanmasına engel olmasıdır. Bu tip erkeklere göre, bir kadın tarafından yönetilmek kesinlikle kabul edilmeyecek bir durumdur. Kadınların yöneticilik vasıflarına sahip olmadığı ve potansiyelinin yetersiz olduğu düşüncesiyle, erkekler ellerindeki gücü kadınlara bırakmak istememektedirler. Aynı şekilde bu tip erkekler, yanlış anlaşılma korkusundan, kadınlarla iletişimini sınırlamakta ve kadınları kendi iletişim ağına dahil etmeme konusunda inat etmektedirler.

Bir başka sorun ise, kadınların iş hayatında karşılaştığı mobbing, cinsel taciz ve kıyafet kısıtlamaları gibi stres kaynaklarıdır. Yönetici pozisyonuna yükselmiş bir kadın hakkında, özellikle kadın çalışma arkadaşları tarafından dedikodular üretilmesi ve yayılması mobbinge örnek olarak gösterilebilir. Kadınların sözel ve cinsel tacize uğrama oranlarının ise yüksek oranlarda olduğu maalesef bilinen bir gerçek. Şirketlerde kadınlara yönelik kıyafet düzenlemeleri, kadının kendisini kısıtlanmış hissetmesine sebep olmaktadır. Bu gibi sorunlar, kadının diğer çalışma arkadaşlarıyla iletişimine, kendisini tüm benliğiyle işine vermesine ve dolayısıyla başarısına engel olabilmektedir.

Konu üzerine düşünsek daha birçok sorunu gün yüzüne çıkarabiliriz. Şimdilik benim paylaşabileceklerim bu kadar. Gerçekten kadınlar, özel hayatında yaşadığı sorunlar yetmezmiş gibi, iş hayatında da pek çok sorunla karşılaşıyorlar. Sanırım bu yüzden günümüzün kadınları, daha mantıklı, daha kararlı ve daha güçlü :) Aslında yaşanan tüm zorlukların sebebi sadece kadın olmak.

Son olarak onedio’nun çalışan kadınlarla ilgili hazırlamış olduğu içeriğe göz atmanızı tavsiye ederim :)
http://onedio.com/haber/turkiye-de-calisan-kadin-olmak-265023

İş hayatında kadınların karşılaştığı sorunların azalması dileğimle,

Sevgiler..

İK içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Küçük Prens

Selamlar,

Uzun zamandır kitaplar hakkında yazmadığımı fark ettim. Sakın bu sürede kitap okumadığım anlaşılmasın, her gece sadece tek aşkı kitap ile yatağını paylaşan bir kitap kurdu var karşınızda.

Her neyse bugün size, “yetişkinler için çocuk kitabı” olarak nitelendirdiğim Küçük Prens’ten bahsedeceğim. Küçük Prens Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından 1943 yılında yayınlanmıştır. İlk bakışta çocuk kitabı olarak algılanır, ismi ve içerisindeki çocuksu ve yaratıcı çizimler gereği. Ben de ilkokula giderken, büyüyünce tekrar okuduğumda çok etkileneceğim bu kitabı okudum ve bana pek bir şey ifade etmediğinden koydum kitaplığımın bir yerine. Nedendir bilmem bu ara tekrar ünlendiği için bulup yeniden okumaya karar verdim. O gün bugündür başucumdan ayırmıyor, tüm arkadaşlarıma öneriyor ve hatta çok sevdiklerime hediye ediyorum.

Küçük Prens, esasında yaşam, sevgi ve aşk hakkında derin anlamlar içeriyor. Bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılıyor. Küçük Prens, kendi gezegeninden bir süreliğine ayrılıp diğer gezegenleri keşfe çıkıyor ve yolu dünyaya düştüğünde ise olaylar vuku bulmaya başlıyor.

Tilki ile Küçük Prens’in saf dostluğuna tanık oluyor, Küçük Prens’in algısı, sorgulaması ve değerlendirmesiyle daha önce fark etmediğiniz minik detayların hayatınıza yaptığı büyük katkıyı görüyorsunuz.

Kitaptan birkaç anekdot paylaşıp bitirmek istiyorum.

“En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez.”

“Gülünü senin için önemli ve değerli kılan, onun için harcamış olduğun emek ve zamandır.”

“Her gün aynı saatte gelmen daha iyi olur.” dedi tilki. “Örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Eğer saat dörtte gelmezsen, endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı…”

“Asteroid-B-612 hakkındaki bu açıklamaları sadece büyükler için yapıyorum. Onlar sayılara ve şekillere bayılır. Onlara yeni tanıştığınız bir arkadaştan bahsetseniz, asla sorulması gereken soruları sormazlar. Size arkadaşınızın ‘Sesi nasıl? Hangi oyunları sever? Kelebek koleksiyonu var mı?’ diye hiçbir zaman sormazlar. ‘Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Babası ne kadar kazanıyor?’ gibi şeyler sorarlar. Ancak bu sayıları bildiklerinde onu tanımaya başladıklarını düşünürler.”

Ve daha nice farkındalık yaratan, keyif veren, güldüren ve düşündüren anlatımlar var bu kitapta. Yani ne bileyim, kesinlikle her yetişkinin okuması gereken bir kitap.

Kitapların başucunuzdan eksik olmaması dileğimle,

Sevgiler..

Kitap içinde yayınlandı | ile etiketlendi | 2 Yorum

İK Sosyal Medya’da

Herkese Selamlar,

Bugün güne, kafamda üç konuyla uyandım. Ve güneşli İstanbul havasının da etkisiyle görece keyifli olanı sizinle paylaşmak istiyorum.

Kariyer.net’in bu ayki sayısında yer alan Dr. Pelin Vardarlıer’in makalesinden esinlenerek İnsan Kaynaklarının sosyal yüzünden bahsetmeye çalışacağım size.

Bildiğiniz üzere, teknolojinin hızla ilerlemesi ve internetin yaygınlaşması, yeni medya anlayışıyla birlikte “Sosyal Medya”nın aktif olarak kullanılmasını gerektirdi. Fark ettiniz mi bilmiyorum ama son zamanlarda birçok şirket kendi kurumsal sitelerinden aldıkları başvuruların yanında, kariyer portallerini kullanmak yerine, sosyal medya mecralarından aday araştırma yolunu tercih ediyor. Bu gibi şirketlerdeki İK’cılar, uygun çalışanı hız, maliyet ve kalite avantajı sağlayarak bulmak için sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorlar. Herhangi bir ücret ödemeden, aynı anda, nicelik ve nitelik açısından daha geniş aday havuzuna ulaşmak, hem İK’cıların işini kolaylaştırıyor hem de tabir-i caizse işverenlerin işine geliyor.

Genç nesil stajyer veya çalışanlara ulaşmak için aktif olarak kullanılan Facebook ve Twitter’da işe alım oranları gittikçe artıyor. Y ve Z kuşağının sosyal medyayı aktif olarak kullandığını göz önüne alırsak, şirketlerin doğru yolda olduğunu görebiliriz. Kıdemli veya daha üst düzey pozisyonlar için ise Linkedin yoğun olarak kullanılmaya başlandı. Kısacası, sosyal medya platformları, işverenler ve İK’cılar için kaçınılmaz bir veri kaynağı haline geldi.

Günümüzde, yeni yönetim anlayışına sahip birçok şirketin en az bir sosyal medya hesabı bulunmakta ve aktif olarak kullanmaktadır. Bu sosyal medya hesabını yönetenler biliyorlar ki, yaptıkları paylaşımlarla şirket imajını, sosyal medya vitrini sayesinde tüm potansiyel adaylara ulaştırabilmektedirler. Aynı zamanda, yüksek kalifikasyona sahip adayların çoğu, işveren markasına önem vermekte ve çalışmak istedikleri şirketlerin verdiği mesajlara dikkat etmektedirler. Dolayısıyla, sosyal medyada olumlu yönde aktif olan şirketleri tercih etmektedir. Söz konusu kolaylık tüm iş arayanlar için de geçerli elbette. Etkin ve tanıtıcı bir sosyal medya hesabı ile şirketlere ulaşmaya çalışan hiçbir adayın isteğinin geri çevrileceğini düşünmüyorum.

Sosyal medyanın İK’cılar için bir diğer kullanım alanı ise referans araştırması olarak karşımıza çıkıyor. İK’cılar işe alım sürecinde son aşamaya gelmiş adayın, daha önce birlikte çalıştığı yöneticilerine sosyal medya mecralarından ulaşarak referans kontrolünü kolaylıkla yapmış oluyor.

Eminim, bu yazımı okuyan İK’cılardan en az birisi, aradığı adaya ve/veya referans olabilecek kişiye sosyal medyadan ulaşmıştır :)

Son bir not da adaylara; iş arayan tüm arkadaşların sosyal medyayı dikkatli, etkin ve amaca yönelik kullanmalarını tavsiye ederim. Biz işe alımcıların siz adaylarımıza ulaşmadan önce sosyal medya hesaplarınızı da kontrol ettiğimizi unutmayın!

Sosyal medyanın işinizi kolaylaştırdığı günler dileğimle,

Sevgiler..

İK içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Kurumsal Giyinmenin Gücü

Herkese Selamlar,

“Her aya bir yazı” hedefimi 2 aydır tutturamadığımın farkındayım. Kendime kızmış olsam da, 2 aylık molamı telafi edeceğime inandığımı belirterek yeni yazıma başlıyorum.

Kariyer.net’in aylık İnsan Kaynakları ve İş Dünyası Dergisi’ni severek takip ediyorum. Önceleri dijital ortamda takip ettiğim bu dergi, şirket olarak kariyer.net portaliyle anlaşmamızdan sonra her ay ofisimize gelmeye başladı. Kitap, dergi ve gazete gibi bilgi kaynaklarını elime alıp okumaktan zevk aldığım için ofiste bu işe en çok ben sevindim :)

Kariyer.net dergisinde bu ay yine birbirinden keyifli konular ve röportajlar var. Fakat ben bugün size lafı uzatmayıp hoşuma giden kısa bir araştırmadan bahsedeceğim. Araştırmanın konusu; “Takım Elbise Güçlü Hissettiriyor”. Yapılan bu araştırma, resmi giyinmenin sadece dışarıdan görenleri etkilemediğini, bizzat kişinin hisleri üzerinde de önemli etkileri olduğunu ortaya çıkarmış. Söz konusu araştırmaya katılanların çoğu, takım elbise giydiklerinde kendilerine güvenlerinin arttığını, bu sayede fark edilerek iş süreçlerinde eyleme geçmek için daha avantajlı olduklarını ve daha fazla ciddiye alındıklarını belirtmişler. Uzmanlar da bu araştırmayı destekler nitelikte, resmi kıyafetlerin insanı kuvvetli ve yetkili hissettirdiğini hatta dünyaya bakış açısında bile değişiklik yarattığını söylüyorlar. Motivasyonu ve mutluluğu artırması da cabası.

Bence de, kıyafetler ve duygular arasında bir geribildirim döngüsü olduğu aşikâr.

Aslında bu araştırmanın doğruluğunu kendi üzerimizde kanıtlayabiliriz. Neden önemli toplantılara ya da satış görüşmelerine takım elbise giyeriz? Sadece prestij ve karşımızdakini etkilemek için mi, yoksa aynı zamanda kendimizi güçlü hissetmek için mi? Ve bir düşünün, iş hayatına yeni atılmış veya şirket içerisinde kendisini göstermeye çalışan bir kişi neden resmi giyinmeye özen gösterir? Siz de takım elbise giydiğinizde omuzlarınızın daha dik ve adımlarınızın daha sağlam olduğunu fark ediyor musunuz?

Biz İK’cıların insanlara psikolojik açıdan yaklaştığımızı sanırım bu araştırma da göstermiş oluyor; bizler boşuna “iş görüşmelerinde takım elbise giyin” demiyoruz :) takım elbise İK’cıyı etkilemenizin öncesinde kendinize olan güveni de artıracaktır.

Her gün olmasa bile, özgüvene, güce ya da motivasyona ihtiyacınız olduğunda mutlaka resmi kıyafet tercih edin. Faydasını göreceğinize eminim..

Resmi kıyafetlerin dolabınızdan, özgüven ve gücün hayatınızdan eksik olmaması dileğimle,

Not: Bugün ülkemiz için kritik bir gün. Aydınlık ve yaşanılası bir Türkiye için seçim sonuçlarının iyi ve hayırlı olmasını diliyorum.

Sevgiler..

İK içinde yayınlandı | , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

İş görüşmesine katılmayan aday, sözüm sana..

Ayın Bonus Yazısı..

Yoğun bir işgününün ardından sizlerle buluşuyorum sevgili okurlarım. Bugün takipçilerim nezdinde, iş arama sürecinde bulunan adaylara sesleneceğim. Olaylara bir de biz İK’cılar tarafından bakın istiyorum, belki bir nebze de olsa farkındalık yaratabiliriz.

Yağmurlu bir İstanbul sabahına keyifle açtım gözlerimi, -ailemin yanımda olduğu- her sabah gibi nefis bir kahvaltının ardından işe yollandım. O kadar pozitiftim ki, gerçek ya da sanal yollarla iletişime geçtiğim herkese enerjimi aktarabildim :) taa ki, görüşmeye katılmayan adaylar yüzünden tüm programı iptal olan bir yöneticiden gelen maili okuyana kadar, o kadar haklıydı ki..

Yapılan araştırmalar göstermiş ki, mülakata davet edilen adayların iş görüşmelerine mazeretsiz katılmama oranları yaklaşık olarak %20 imiş. Mazereti olup katılmayanlarla beraber söz konusu oran biraz daha yüksektir ve pozisyona göre değişiklik gösterir. Meslektaşlarım bilirler, özellikle temsilci düzeyindeki satış pozisyonlarında adayların iş görüşmelerine katılmama oranları, ki maalesef diyorum, çok daha yüksek oranlara varabiliyor.

Geçtiğimiz hafta Cuma günü tam da böyle bir gün yaşadım. Satış pozisyonu için sabah saatlerinde görüşmek üzere 4 adayın görüşme organizasyonunu yaptık, ben ve bahsettiğim yönetici iş görüşmelerine hazır beklerken, dördünün de görüşmeye katılmamasıyla öylece kalakaldık. Hiçbirisi de mazeretini bildirmemiş, hatta aradığımda telefonlarıma cevap bile alamamıştım. Sanki onlar değildi, iş ilanımıza başvuru yapıp iş arama niyetini ortaya koyan adaylar. Boşa giden sabahıma ve azalan pozitif enerjime mi yanayım, görüşme yapacağı için kendi programını alt üst eden yöneticiye mi yanayım, siz karar verin.

Biz İK’cılar sık sık karşılaşıyoruz böyle durumlarla, çok dillendirmesek de; yöneticilerse genellikle ikinci görüşmeye bilfiil katılan adayları bildikleri için karşılaştıkları bu gibi durumlarda tepkilerini sakınmıyorlar, maalesef yine günah keçisi İK’cılar oluyor. Bu da bizim mesleğin cilvesi diyelim :)

Bir uyarı niteliği taşıyan örneklerle dolu bugünkü yazım, iş görüşmesine katılmayan sözde iş arayan adaylaradır.
“Sevgili arkadaşım, bir şirket tarafından düzenlenen mülakata katılmaya çalış, eğer katılmayacaksan 1 dakikanı ayır ve senin için onca zahmete katlanan (CV’ni bulup sana telefon eden, pozisyonu anlatıp görüşmeye davet eden, seni düşünüp koca İstanbul’da kaybolma diye iletişim bilgilerini mail atan ve hazırlanarak bir sonraki gününü sana ayıracak olan) İK’cıya mazeretini bildir, lütfen! Aksi halde kara listeye alındığını, hatta bu kara listenin diğer şirketler tarafından görüldüğünü de bil istiyorum.”

Yazımı okuyanların bu durumu biz İK’cılara yaşatmayacak bir bilince sahip olduğundan emin olsam da, paylaşmak istedim.

Lütfen birbirimizi uyaralım :)

Tüm konularda karşılıklı saygımızın sonsuz olduğu günler dileğimle,

Sevgiler..

İK içinde yayınlandı | 8 Yorum

İç dünyamdan notlar..

2015’in ikinci ayını geride bırakırken, hedeflediğimiz gibi bu ayın yazısına sıcacık bir MERHABA ile başlayalım..

Bugün iş ile ilgili değil de hayata, insan olmaya dair bir yazı olacak baştan söyleyeyim. Planladığım gibi “ iş hayatında şeffaflık üzerine” yazacak havamda değilim çünkü. Bu yazı bir serzeniş, tabiri caizse bir iç dökme yazısı; eminim kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

Biz insanlar ne için yaşıyoruz? Hepimizin bir amacı, bir beklentisi, bir umudu yok mu? Siz de her akşam yatarken, yarın uyanacağınız umuduyla saatinizi kurmuyor musunuz? Okuduğumuz kitaplara devam etmek amacıyla ayraç koymuyor muyuz? İnsanlar belirledikleri bir amaca ulaşmak ümidiyle türlü türlü yollar denemiyor mu? Peki siz de dönem dönem amacınızın kalmadığını, umudunuzun tükendiğini, tüm yolların tıkandığını ya da açılması olası tüm kapıların yüzünüze kapandığını hissediyor musunuz?

Muhtemelen farkına varana kadar hissetmiyorsunuz. Farkına varmak istiyorsanız, gelin duygularımı sizinle de paylaşayım. Mutluluklar paylaştıkça çoğalıyorsa, huzursuzluklar da paylaştıkça azalıyor.

Geçenlerde okuduğum bir kitapta, fal baktırmanın gereksiz ve saçma bir uğraş olduğundan bahsediliyordu. Çünkü geleceğini merak eden insan şimdiye odaklanmalı idi. Şu an verdiğimiz kararlar hayatımıza yön verir, geleceğimizi belirler idi. Etkilenmiştim bu sözden. Her zaman geleceğime odaklanmış, nerede ne yapıyor olacağımı düşünmüştüm. Tipik bir yengeç burcu olarak, hayal dünyasına dalıp bugünü kaçırıyordum.

Kısa bir süredir hayallerime ara verip, bugüne döndüm. Alışık olmadığım için bocaladığımı fark ettim, hayatın akışına kendimi kaptırıp, gelecekte bana faydasını zararını düşünmeden anlık kararlar alıp yaşayıp gidiyormuşum meğerse. Kör olmuş, tek bir sebebe bağlanmış hayatım, dünyaya bir kez geldiğini unutmuş, akıyordu. İşten eve geldiğim bir Cuma akşamı, “Oh be bu hafta da bitti” dediğimi fark ettiğimde, birçok şeyi tam da o an fark etmiştim. Çevremdeki birçok insandan da bu tarz duyumları aldığımı hatırladım; “Ne uzun bir gün, bitmeyen gün yapmışlar” diyorlardı. Farkına varmanın şaşkınlığıyla sordum kendime, ne yapıyorum ben? Sadece severek yaptığın işinin, hayatının merkezine koyduğun kişinin çevresinde dönen bir dünya, onlarla var olan bir hayat. Kısır döngü içine almış beni de, tıpkı diğerleri gibi. Anladım ki, o farkındalığa sahip olana kadar hayattan umudunu kesmiş, amaçsız bir insana dönüşmüşüm.

Peki şimdi??? Yazdıklarımı geçmiş zaman kipinde kullanıyorum fark ettiyseniz :) çok sıcak bir konu olduğundan henüz somut bir örnek veremesem de, başlamak bitirmenin yarısıdır derler. Bakarsınız bir aya kalmaz bomba bir haberle karşınıza çıkarım ;)

Hepimizin hayatta radikal kararlar aldığı dönemler olmuştur. İşte bu gibi farkındalıklarla hayata geçiyor o kararlar, bugün alınıp geleceği belirlemek üzere..

Bundan sonrası için olacaklardan ben sorumluyum :)

Ben yazdıkça rahatladım, umarım siz de okudukça iyi hissetmişsinizdir.

Bugünü farkındalıkla yaşadığımız günler dileğimle,

Sevgiler..

Hayatın Getirdikleri içinde yayınlandı | 2 Yorum

Şirketinizde Mutluluk Başkanı var mı?

Değerli Okuyucularım Merhaba,

Son yazımda 2015’ten beklentilerimizi ve hedeflerimizi belirlememizi istemiştim. Bunu muhtemelen hepimiz gizli bir şekilde yaptık, ama ben burada hedeflerimden birini açıklayacağım; 2015 yılında bloguma daha fazla vakit ayırıp ayda en az 1 yazı yazma hedefi koymuştum. Ocak ayı inanılmaz bir yoğunluk içinde geçtiği için son günlere kalmış olabilir, fakat gururla paylaşıyorum ki işte karşınızda Ocak ayının yazısı..

Geçenlerde işyerinde fikirlerine değer verdiğim bir arkadaşım bana okumam için bir makale gönderdi. Makale para/mutluluk ikilemi ile ilgiliydi. Buyrun makale şöyle.

Hepinizin bu ikilem karşısında “hmm” deyip bir düşündüğünü tahmin ediyorum. Hatta çoktan eskittiğimiz Geleneksel Yönetim Anlayışına inanan X kuşağı arkadaşlarımın “tabi ki para” dediğini duyar gibiyim. Ama unutmayın arkadaşlar sabırsız, özgürlüklerine düşkün, sıkılgan, esnek, kural tanımayan bir nesil olan Y kuşağını iş hayatında yönetmeye başladık, hatta çok kısa bir süre içinde süpersonik Z kuşağı iş hayatında yerini alacak. Dolayısıyla “mutluluğun karşısında para da neymiş” dediğimiz günlerdeyiz aslında. Bahsettiğim makale tam da bu konu üzerine.

Son dönem yapılan araştırmalar göstermiş ki, çalışanlar kendilerini mutlu eden yöneticilerine bağlı ve şirketlerini benimsemiş durumdalar. Çünkü günün önemli bir kısmını işyerinde geçiren çalışan, rahat etmek ve huzur bulmak istiyor. Böylece, daha verimli çalışacağına emin olarak paranın kendiliğinden geleceğine inanıyor. Bu döngüden hareketle, şirketler de mutluluk & para ilişkisini benimsemek zorunda, nitekim mutluluk parayı peşi sıra getiriyor.

Yeni nesil yabancı şirketlerde uzun süre önce farkına varılmış olan çalışanların mutluluk gereksinimi, beraberinde “Mutluluk Departmanları”nı getirmiştir. Hatta küçük bir departmandan öte Başkanlık seviyesine ulaşan Chief Happiness Officer (CHO) pozisyonu bile bulunmaktadır. İleri görüşlü bu şirketler, en önemli maddi olmayan entelektüel sermayeyi yani insan kaynağını mutlu etmek için inanılmaz yatırımlar yapıyorlar. Biliyorlar ki uzun vadede hem çalışanlar, hem de şirket kazanacak. Olumlu sonuçları deneyimledikçe yatırımlarını artırmaya devam ediyorlar.

Türkiye’de durum nedir derseniz, kabaca iç güveysinden hallice diyebiliriz. Neyse ki bu konuda ilerlemeyi hedefleyen güzel insanlar da var. Turkkariyer Yönetim Kurulu Başkanı İlham Süheyl Aygül, Türkiye’de CHO kavramını yaymayı başarıyor. Günümüzde az sayıda kurumsal firmada karşılaştığımız ve İnsan Kaynakları ile birlikte hareket eden İç İletişim ya da şirket tarafından farklı bir isim verilen bölümler tamamen çalışanların mutluluğuna yönelik uygulamalar hayata geçiriyorlar.

Yapılacak iş aslında basit; empati kurmak. Siz olsanız ne ile mutlu olurdunuz? Hayal gücünde sınır yok, yeter ki mutlu etmek isteyin :)

Şirketlerde olması gerekenlerin gerçekleştiği günler dileğimle,

Özlemişim sizi :)

İK içinde yayınlandı | 1 Yorum

Yeni Bir Yıl, Yeni Umutlar Demek :)

Uzun bir aradan sonra, 2014’ün son blog yazısından selamlar,

Bloguma yazı yazmam sizler için şaşırtıcı bir durum artık biliyorum :) bugün iş güç ile ilgili değil, tamamen insan olmaktan gelen ortak bir duygudan konuşalım istiyorum.

İnsanoğlu hedefleri ve istekleri doğrultusunda yaşar, hayatta herhangi bir amacımız yoksa yaşamanın da hiçbir anlamı yoktur. Zaten, hayat denen şey belirlenen ve sürekli yenilenen hedeflere ulaşmak için süregelen bir zaman dilimi değil midir? Söz konusu hedefler, ya gerçekleştikçe ya da genellikle yeni bir yıla girerken beklentiler şeklinde yenilenir. En azından benim için öyle :)

2014’e veda etmekte olduğumuz şu günlerde, eminim benim gibi herkes, 2014’ün nasıl geçtiğini, hedeflerini ne derece gerçekleştirebildiğini ya da belirlediği hedefe ulaşmada ne kadar yol kat ettiğini analiz ediyor, 2015’ten beklentilerini, gerçekleştirmek istediği hedeflerini, hayallerini, isteklerini ve hayata dair almak istediği kararları düşünüyordur.

Bunu daha kolay ve eğlenceli bir hale getirebilmek için, tüm sevdiklerimden istediğim gibi sizden de sizin için bir isteğim olacak:

* Yeni yıla nasıl girerseniz girin, yılın ilk gününde, en sevdiğiniz kalemi ve bloknotu alın ve içine büyük, küçük, saçma, gerçekçi, imkansız olarak düşündüğünüz, olsa da olur olmasa da olur dediğiniz her türlü isteğinizi yazın. Hayal gücünde sınır yok ;)
* Yılın ilerleyen günlerinde, belirlediğiniz istekleriniz için neler yapabileceğinizi düşünün ve yapmaya başlayın.
* Yıl içinde ya da sonunda, bu umut dolu defteri karıştırdığınız zaman yapmış olduklarınız ve herhangi bir sebepten dolayı yapamadıklarınızı görmek sizin için müthiş bir motivasyon aracı olacaktır. (“Zamanı Yönetme Becerisi” isimli yazımda da bahsetmişim, planlı olmak ve hedefleneni başarmanın mutluluğu.)

Ben sırf bu görev için dünyanın en sevimli kalemini ve bloknotunu aldım :) bir yandan da 2015’te neler yapmak istediğimi düşünmeye başladım bile. Haydi, siz de ;)

2015 benim yılım olacak diyen herkese bol şans :)

İyi seneler..

Hayatın Getirdikleri içinde yayınlandı | 1 Yorum